Yaban

Yazar: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yayınevi: letişim Yayıncılık
Sayfa: 214
Tür: Türkiye Roman


İnceleme
2019/04 6 dk 2939

"Bir insan Türk olur da nasıl Kemal Paşa'dan yana olmaz?"

1921 yılında, Kurtuluş Savaşı'nın en zorlu günlerinde Ankara'ya çağrılan ve Kurtuluş hareketini görmek, liderleriyle görüşmek fırsatını bularak Türk toplumunun sosyal gerçekçiliğe geçiş dönemine bizzat tanıklık eden Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Cumhuriyet'in felsefesinin yazılmasında büyük bir rol oynamıştır. Manisa milletvekili olduğu 1932 yıllarında kaleme aldığı Yaban romanında Anadolu halkının Kurtuluş Savaşı dönemlerinde yaşadığı sosyo-kültürel bir kesitini sunarak, çağdaşlaşma dönemindeki Türk aydınının, entelektüel bakış açısının eleştirel bir şekilde yorumlanmasını sağlamıştır.

yaban
Çanakkale Gazisi Ahmet Celal'in Anadolu Köylüsüyle Mücadelesi

İstanbul'da ne padişahın, ne devletin, ne hükümetin beş paralık itibarının kalmadığı, yüzbaşı rütbesindeki yabancı subayların sadrazamlara emir verdiği bu dönemde, Mustafa Kemal isminde bir büyük adam, bir büyük kumandan, yine aynı şehirden, İstanbul'dan çıkmış ve Anadolu'ya geçerek Erzurum'da, Sivas'ta, milleti başına toplamış ve "Hükümet, devlet görevini yapmıyor. Biz kendi kendimizi koruyacağız. Düşmana karşı koyacağız." demiştir.

İşte böyle bir dönemde yaşı otuzu henüz geçmiş Celal Paşa'nın oğlu Yedek Subay Ahmet Celal, Çanakkale'de savaşırken kolunu kaybetmiş ve emireri Mehmet Ali'nin Porsuk Çayı kenarındaki köyüne birlikte giderek burada yeniden bir tohum haline gelmeyi istemiştir. Ancak burada görmüştür ve deneyimlemiştir ki aynı dili konuşan, aynı tarihi ve coğrafi yollardan hep birlikte gelen, damarlarında akan kanla aynı kana sahip olan, aynı Allah'a kulluk etmeye çalışan ve aynı siyasi mukadderat, aynı sosyal bağlar ile kardeşlik, evlatlık, analık babalık üstünde bir yakınlıkla birbirlerine bağlanan bu halka bile yaban olmuştur. Bu sebepledir ki; Türk entelektüeli, Türk aydını, Türk ülkesi denilen bu engin ve ıssız dünya içinde her ne koşulda olursa olsun bir garip yalnız kişi olarak kalmıştır.

yaban
Sözler / Alıntılar

Türkiye'nin karanlık semasında Mustafa Kemal adı bir şafak yıldızı gibi parlıyor.

...

Bir köylü nasıl yaşarsa öyle yaşayacaktım. Tamamıyla onlara karışacaktım. Lakin işte görüyorum ki, bir çanak suda bir damla zeytinyağı gibiyim. Ne karışıyorum ne de dibe çökebiliyorum. Bize, bunun için toplumun kaynağı diyorlar galiba. Türkiye'nin aydın sınıfı, gerçekten bu toplumun kaynağı mıdır? Eğer öyle ise, bu Salih Ağalardan, Bekir Çavuşlardan, bu Zeynep Kadınlardan bende bir şey bulunması gerekmez miydi?

...

Ne bu zırhlılardan, ne bu ordudan, ne sokak başlarındaki bu makineli tüfeklerden korkuyorum. Beni, korkutan şey, kendi aramızdaki anlaşmazlıklar, kendi aramızdaki nifaklardır. Bizi asıl bu mahvedecek. "Ben içimden diyordum ki, bu adam, bu hükmü hep İstanbul'a göre veriyor, karışık ve bulanık bir şehir halkının huyunu bütün millete mal ediyor. Asıl vatanı, asıl milleti, Anadolu'yu hesaba katmıyor.
Şimdi ne görüyorum? Anadolu... Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır.
Bunun nedeni Türk aydını gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun. Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın. Bir vücudu vardı, besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren şey, senin kendi eserindir, senin kendi kendi eserindir.

...

Yunan uçaklarının attığı kağıtta yazan yazı: Muhterem Anadolu ahalisi. Kemal çeteleri mahvolmuştur. Adım adım bütün şehirleri, kasabaları zapt ettik. Şimdi Ankara üzerine yürüyoruz. Sakın bize karşı düşmanca harekete kalkışmayınız. Biz sizi, Halife tarafından kurtarmağa geliyoruz.

...

Ve bu umumi facia anında, hepsine, hatta Salih Ağa'ya bile hakkımı helal ediyorum. Bunların hiçbiri "ne yaptığını" bilmiyor. Eğer bilmiyorlarsa, kabahat kimin? Kabahat, benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş, senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak zevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifiri karanlık içinde, ruhları, her yanından örülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır. Bu zavallı insanlardan, sevgi, şefkat ve insanlık namına, artık ne bekleyebiliriz? Bu iklimin çoraklığı, ruhlarını kurutmuştur. Bu ıssızlık ve bu gurbet onlara müthiş bir egoizm dersi vermiştir. Onun için her biri kendi yuvasında bir kunduza dönmüştür.

yaban
Derin Paragraflar

Talim, terbiye, iyi örnek, bunların hepsi geçici şeylerdir. Ve çevre değişmedikçe, insanın değişmesine imkan yoktur. Bu küçük mülahazadan, Türkiye'deki yenilik ve garpçılık hareketlerinin, neden başarısızlığa uğradığı sorununa kadar çıkabiliriz.

Eleme, kedere, hatta sevince bir sınır tayin etmek. Bunu, yalnız şehirlerde olur bilirdim. Meğer insan, köylerde, dağ başlarında ve mağara kovuklarında da samimi olmak, içinden geldiği gibi, içinden geldiği kadar gülüp ağlamak hürriyetine sahip değilmiş. Toplumun görenekleri, kuralları, insanların yarı çıplak yaşadıkları bu köstebek yuvalarında da aynı şiddetle hüküm sürüyormuş.

İnönü zaferinin ertesi acaba memleketin neresi donandı? Neresi şenlik etti? Bu büyük olay, gazetelerde alelade bir havadis gibi mi geçti? Hiçbir yerde, Mustafa Kemal'in İsmet Paşa'ya, İsmet Paşa'nın Mustafa Kemal'e çektiği telgraflar, alevden birer satır halinde, gökyüzüne çizildi mi?

Bu köyün muhtarına göre, Kemal Paşa'nın açtığı yol, çıkmaz bir yolmuş. Hem de çok tehlikeli imiş. Çıkmaz bir yolmuş, çünkü padişah kendisiyle beraber değilmiş. Padişah, düşmanla çoktan barış yapmış. Sonra "Avrupa" diye bir kraliçe varmış. O işe karışmış. "Ben sizin müşkülünüzü hallederim" demiş. Tehlikeli bir yolmuş. Çünkü, düşman yalnız İzmir'de çoğunup otururken, Kemal Paşa'nın ettiklerine kızıp daha ileriye varmış. Bursa'ya kadar gelmiş. Nihayet geçen gün, İnönü'ye dayanmış.

Her yıl gelip köylünün duasını aldığını, hastalarını okuyup üflediği Şeyh Yusuf gelince yanına gittim. -"Merhaba Şeyf Efendi", -"Merhaba, merhametten gelir. Sen kim oluyorsun ki, bana merhamet edeceksin?" dedi.

Ölmeğe razı olmak. Şimdiye kadar hangi milletten bu kadar ağır bir şey istenilmiştir? Ama içimizden bunu kabule hazır insanlar çıkıyor. Geçen gün, aldığım İstanbul gazetelerinde okudum. "Sevr Muahedesi" esas itibariyle kabul edilmiş. Dama Ferit Hükümeti onu imzaya üç kişi yolluyormuş. Bu üç kişiden biri de Rıza Tevfik'tir. O Rıza Tevfik ki bize Türk folklorunun zevkini veren ilk adamdır. Türk halkına bu hıyaneti reva görmesinin sebebi ne? Niçin, bir yaşlı Şaman heyetine girip bu arık topraklarda dolaşarak milletin ıstırabını terennüm etmiyor? Yazıklar olsun seni sevmesini bilmeyenlere; ey, gamlı ülke! Seni sevip, senin sessiz dramın içinde gömülüp gitmekten korku çekenlere! Taşın, toprağın ne bitmez bir sabır ve mukavemet hazinesidir! İnsan, senin göğsünde ya destani bir kahramanlığa erer ya da en ilahi mizaçlı velilerin feragat ve mahiyet derecesine varır.

Cihan savaşında her biri bir şeyden şikayetçiydi. Hepsi devletin siyasetini tenkit ederdi. Hepsi canından bezgin görünürdü. Şimdi ise tartışma bile kabul etmiyorlar. "Mutlaka yeneceğiz" diyorlar.

İkinci İnönü zaferi, gördün mü? bizimkiler düşmana bir iyi dayak atmışlar. Süleyman, bu sözden bir şey anlamaksızın sırıtarak yüzüme bakıyor.

Üzerindeki resimlerden dolayı gazeteyi eline alınca çarpılacağını zannediyor Emeti kadın.

Bu gelenler öyle düşman ordular filan değilmiş. Avrupa adlı bir Kraliçe'nin bizi çetelerin elinden kurtarmak için gönderdiği yeşil sarıklı evliyalarmış. Bu Kraliçe, bizi kurtardıktan sonra İslam olacakmış. Yüreğine öyle doğmuş. Kemal Paşa'nın ne yazık ki, bundan haberi yokmuş. Çünkü etrafını, birtakım uygunsuz adamlar sarmış, bunlara "mahpus" derlermiş. Her biri ipten kazıktan kaçmış, kötü kişi imiş. Bütün memleketi haraca kesmişler. Vergiyi, aşarı alır, kendileri yerlermiş. İşte, şimdi bütün bu musibetlerden kurtulacağımız gün gelmiş. Zaten, yeşil sarıklı evliyalar ne tüfek kullanırmış, ne top. Bir okuyup üfürdüler mi, önleri dümdüz olup yürürlermiş.

Anadolu insanının çaresizliği : Yüzüme baktı, sağ yanıma baktı. Cevap vermeden yürüdü gitti. İhtiyarın bu tavrı, yüreğime öyle bir perişanlık verdi ki, ardından bile bakmağa cesaret edemedim. Başım önüme düştü ve dizlerimin bağı çözülüp durduğum noktaya çöküverdim.

Eğer kendi emeklerimize, kendi ideallerimize göre yaşamak imkanı bulamadıksa bari kendi ölümümüzle ölelim. Ne doğduğumuz yeri, ne sevdiğimiz kimseleri, ne yüzümüzü, ne kalbimizi kendimiz seçebildik. Fakat ölümün her türlüsünü seçmek bizim elimizdedir.

Düşman tee İzmir'de idi, sağdan sataştılar, soldan sataştılar. Herife rahat vermediler. Buralara kadar gelmesine sebep oldular. Ne diyeyim bilmem ki, Allah sebep olanları...

- Biz Türk değiliz ki, beyim. - Ya nesiniz? - Biz İslamız, elhamdülillah.

Eğer, bize zafer nasip olsa bile kurtaracağımız şey, yalnız bu ıssız toprakla, bu yalçın tepelerdir. Millet nerede? O henüz ortada yoktur ve onu bu Bekir Çavuşlar, bu Salih Ağalar, bu Zeynep Kadınlar, bu İsmailler, bu Süleymanlarla yeni baştan yapmak gerekecektir. Ben Kemal Paşa'dan yana olmam da, kimden yana olurum? Çünkü o, yarın bu dev işini başaracak olan serdengeçti gönüllülerin başıdır. Top seslerinin yirmi beş-otuz kilometreden geldiği anda bile zafere inanıyorum. Lakin onu takip edecek olan ikinci cidal devresinin sonu, bana efsanelerde okuduğum hayaller gibi uzak ve dumanlı görünüyor.

Ölüm, belki de cismani hazların en büyüğüdür.

- Öyle ise, siz mükemmel bir Kemalistsiniz. - Bir Kemalist mi? Evet. Fakat, Çanakkale'de harp ettiğim için değil, sadece bir namuslu Türk olduğum için...



Arka Kapak

Kendi dönemi içindeki gerçekçilik anlayışına uygun olarak yazılmış olan Yaban'da Yakup Kadri, I. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan sürede bir Anadolu köyünde, köylüleri, köyün durumunu, Milli Mücadeleye ilişkin tavırlarını bir aydının gözüyle verir. Yaban için "bu eser benliğimin çok derinliklerinden adeta kendi kendine sökülüp, koparak gelmiş bir şeydir" diyen yazar, bu romanda ortaya koyduğu birçok soruna daha sonra yazacağı Ankara'da cevap bulmaya çalışacaktır.

Aynı Kategoride Eklenmiş Son Kitaplar
Card image cap
Aşkımız Eski Bir Roman Yeni

Ahmet Ümit

Ahmet Ümit'in edebiyat dünyasına kazandırdığı o meşhur karakteri Başkomser Nevzat'ın kahramanı ol ...

Card image cap
Üç Anadolu Efsanesi Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik

Yaşar Kemal

Üç Anadolu Efsanesi, üç türkü, üç mücadele, üç yiğit, üç güzel, üç aşk... Bir at, bir saz, bir ge ...

En Çok Okunan Kitaplar
Card image cap
İnce Memed 2

Yaşar Kemal

Bu roman, atalarından kalma köy toprağını çektiği her türlü eziyete rağmen terketmeyen, son nefes ...

Card image cap
Kırlangıç Çığlığı

Ahmet Ümit

Suriyeli göçmenlerin dramı, çocuk istismarı ve organ kaçakçılığı, maalesef ülkemizin gündemini hâ ...

Tüm Kitaplar

İncelemesini hazırladığım tüm kitapların listesi için...

Devam...
Kitap Hakkındaki Yorumlarınız

    Kitap hakkında ilk yorumu siz yapabilirsiniz...


Bu siteden elde edilen reklam gelirleri ile kimsesiz çocuklarımıza KİTAP alınmaktadır. Geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımız ancak okuyarak geleceğimize şekil verebilirler. Her kitap bir hayattır. Hayatı okunduğu kadardır.

Serdar Kılıçsel © 2018
facebook.com instagram.com linkedin.com