İtiraf

Yazar: İskender Pala
Yayınevi: Kapı Yayınları
Sayfa: 248
Tür: Türkiye Roman


İnceleme
2019/03 7 dk 4130

"İNSAN YA BİR ŞEY YAZMALI YA YAZMAYA DEĞER BİR ŞEY YAPMALI"

Kötü bir insanın en büyük mahareti, masum bir insana iftira atarak işlemediği bir suçtan ötürü onun ceza çekmesini sağlamasıdır. Hele ki bu iftira en yakının tarafından gelmiş ve toplumun arasına kin, hırs, düşmanlık sokacak boyuta kadar ilerlemişse yüzyıllar boyunca tarihte karanlık bir gölge olacak kalacaktır.

İskender Pala'nın yeni kitabı "İtiraf" da Osmanlı'nın yükseliş döneminde, Hıristiyan Bizans Konstantinopolis'inden, Müslüman Osmanlı İstanbul'una dönüşen bir zamanda yaşanan Tokatlı Molla Lütfi'nin hem kâtibi hem talebesi olan Eğribozlu Akbaba tarafından ilmek ilmek işlenerek yıllar süren iftiraları neticesinde idam edilmesinin hikâyesini anlatır.

itiraf
MOLLA LÜTFİ İLE KARGA'NIN HİKÂYESİ

Pek çok dilde kitaplar okuyan, kütüphanesini hemen her gün ziyaret eden Fatih Sultan Mehmed'in Osmanlı'nın yükseliş döneminde en büyük hayallerinden birisi İstanbul'u dünyanın ilim başkenti yapmaktı. Bu niyetle çıktığı yolda, şehre davet ettiği ilim adamlarına, sanatçılara çok değer vermiş, onların türlü konularda araştırmalar yapmasını istemiş ve bizzat katıldığı ulema meclislerinde hep beraber etraflıca münazara ve münakaşa etmişlerdir. Ancak ne var ki bu meclisler, ulema arasında yüksek mertebeye sahip bir takım ilim adamlarının kibirlerini ön plana çıkarmış ve ilmî konulardaki yanılgılarını mağlubiyet olarak görerek gizli veya açıktan yürütülen güç kavgalarına sahne olmuştur.

Henüz dokuz yaşındayken iki felaket yaşayan Ornio, geri kalan ömrünü bu iki düşmanıyla, annesini alan Tanrı ve babasını alan Büyük Kartal'la (Fatih Sultan Mehmed) mücadele etmeye adar. Türklerin Eğriboz önlerindeki Cenevizlilerden ele geçirdiği bir gemiyle esir olarak İstanbul'a getirilir. Günlerce esir olarak alınmayan Ornio en sonunda Mesih Paşa tarafından evlatlık olarak alınır. Mesih Paşa, Ornio'nun Türkçesi olan Akbaba adını verir kendisine ve Safran Kalfa'ya emanet eder. Safran Kalfa'dan hayatının her aşamasında kimliğini gizlemesine yarayacak yüz boyama sanatını öğrenir. Böylece ileriki yaşlarında kendisini kimsenin tanıyamacağı suretlere çevirerek iftiralarını halka yayabilecektir.

Kalbinden hiçbir zaman çıkarmadığı, çıkarmayı bırak her geçen gün daha da şiddetlendirdiği kötülükle yaşamaya devam etmektedir. Bir gün Tokatlı Molla Lütfi'nin bir konuşmasına denk gelir ve konuşmasında anlattığı Kehf Suresinde geçen Hz. Musa ve Hz. Hızır'ın ibretlik kıssasından yola çıkarak kendisine bir amaç edinir. Artık, "Delinecek bir gemi, tamir edilecek bir duvar ve öldürülecek bir çocuk" vardır. Öldürülecek çocuk Büyük Kartal, denilecek gemi Osmanlı Devleti ve tamir edilecek duvar da kendisine bu fikri bahşeden Molla Lütfi'dir.

O günden sonra Akbaba, Molla Lütfi'ye yanaşmış ve yıllar süren birliktelikleri başlamıştır. Molla Lütfi'nin Karga diye çağırdığı Akbaba, Fatih Sultan Mehmed'in ilmin gelişmesi amacıyla yaptığı toplantılardan hocaların kibir ve hırslarını körükleyerek birbirlerini yemelerini sağlayacak çok fazla malzeme çıkartmıştır. Yaydığı iftiralar sonucunda ulema arasında kutuplaşmlar, gruplaşmalar yayılıp saflar belirginleşmiştir.

Acil ve önemli durumlarda padişahla yapılan "ayak divanı" toplantısına bir gün ulema hünkarı çağırır. İdam edilmesi istenen Sinan Paşa için af dilerler ve idam ettirirseniz bütün kitaplarımızı yakarak sizin ülkenizi terk edip gideceğiz derler. Hünkar etraflıca düşünür, Osmanoğulları'yla birlikte yeryüzünde ondan fazla Türk devleti vardır. Bu ilim adamları bunlardan herhangi birisinin sınırlarına girse o ülke şenlik yapar der. Ayrıca askerlerin tehdidi alimlerin tehdidi gibi değildir. Asker çok ama alim azdır, bu yüzden rahatlıkla alimleri feda edemez. Bu düşünceyle hünkar tehdidi kabul eder ve kısa bir cevapla, "Duydum... Ve uydum... Çekilin!" der. Ancak Büyük Kartal, Sinan Paşa'ya olan öfkesini Molla Lütfi'den çıkartır ve kitap hırsızlığı suçundan dolayı onu şehirden sürer.

Başıboş kalan Akbaba kendisini de oradan oraya sürükleyerek İtalya'ya kadar gitmiştir. O artık bir katip Akbaba değil, Cenevizli ressam yamağı Ornio'dur. Yıllar sonra büyük ressam Bellini'nin yamağı ve katibi olarak Fatih'in İstanbul'una geri gelir. İlk buluşmada Akbaba, Büyük Kartal'la Bellini'nin sanattan, resimden, mimariden bahsedeceğini sanarken sadece güzelliği tartışmışlardır. Büyük Kartal güzel ne demek, güzellik nasıl anlaşılır, güzelliğin ölçüsü nedir, güzelliğin felsefesi, ruha yansıması gibi konularda konuşmak istemiştir.

itiraf

Bellini, Fatih'in portresini yaparken Akbaba rahat durmamış, türlü iftiralarına ve kötülüklerine devam etmiştir. Bazen vezirler ağzından şehzadelere yazılar yazmış, bazen vezirlerden yeniçeri ağasına yazıp onları kışkırtmıştır. Konak bahçelerine gizlice attığı tehdit dolu mektuplarla şehzadelerin arasındaki rekabeti, paşalar ve vezirler arasına yaymıştır. Hangi şehzade başa gelirse gelsin şehri arapsaçına dönmüş bir ilişkiler yumağına çevirmeye niyet etmiştir.

Molla Lütfi'nin sohbetlerinde duyduğu o muhteşem cümleleri çarptırıp halka yayarak kendisine büyük iftiralar atmış ve Deli Lütfi olarak anılmasını sağlamıştır. Allah'ı bilmekten daha şerefli, daha yüce bir ilim olmayacağı, bu ilmin kalbin tecellisi olan bir aklın eseri olduğu cümlesini "Allah'ın akıldan başka bir yolla bilinmeyeceği" şeklinde; kalben, kendini vererek ve Allah'tan başka bir şey düşünmeyerek ancak namaz kılınması gerektiğini, "namazın sadece oturup kalkma hareketleri" olduğu şeklinde çarptırarak halka yaymıştır. Bayezid Sultan döneminde kendilerine zemin bulan tarikatlar bu söylemleri zinhar reddetmiş ve Molla Lütfi'yi zındıklıkla suçlayarak Devlet-i Aliyye'ye şikayet etmişlerdir.

Sultanın soruşturma emrinin ertesi sabahında İstanbul Muhafızı İshak Paşa tarafından üstad tutuklanmıştır. Akbaba'nın planları tıkır tıkır işlemiş ve gemide onulamaz deliği açmıştır. Bu deliklerden cemaat ve tekkeleri de geçirerek "şeriat elden gidiyor" feryadını atmalarını sağlamıştır. Sultan Bayezid'den sonra devlet kademelerinde cemaate gönül bağlamış olan pek çok görevli bu durumdan etkilenmiş ve Deli Lütfi aleyhine konuşur olmuşlardır. Normal durumlarda mahkeminin kurulmasına gerek olmamasına karşın Şeyhülislam bile çıkacak sonucun vebalini tek başına üstlenmemek için mahkeme kurulması istemiştir. Kurulan mahkemede bir çok alim, ulema tarafından, kafirlik, münafıklık, mürtetlik, müşriklik, dehrilik ve zındıklık gibi kavramlar tartışılmış ve günlerce süren mahkemede hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Akbaba'nın gizli gizli gönderdiği mektuplar neticesinde devlet görevlilerinin yanlış yönlendirilmesi sonucu nihayet Molla Lütfi'nin idam kararı verilmiştir.

Meydanda toplanan halkın büyük bir kesimi her ne kadar idam kararını hatalı bulmuşsa da korkudan seslerini çıkartamamışlardır. Molla Lütfi ayağındaki zincire bağlı gülleyi bile hiç eğilmeden yerden kaldırarak kendisi taşır. Son nefesine kadar dilinde kelime-i şahadet ile Hakk'ın huzuruna yürür.

Akbaba idamdan sonra garip duygular içerisine girmiştir. Şeytana uşaklık mı etmiş yoksa daha küçücük bir çocukken kendisinden alınan ailesinin, çocukluğunun, gençliğinin intikamını mı almıştır kara kara düşünür? Bu bir başarı ise bu başarı neden onu huzurlu etmiyordu? Bu bir şeytanlık ise neden şeytan onu huzura kavuşturmuyordu? Ve aklını kemiren en büyük soru da Molla Lütfi'nin cesedinin elinden aldığı notta yazan soruydu: "Ne zamana kadar?"

itiraf
SÖZLER / ALINTILAR
  • "İlim kibirle birleşince hakikatler yoldan sapmaya başladı."
  • Fatih Sultan Mehmed: "Devlet kılıçla kurulur oğul ama yükselmesi ilim ve sanat erbabınca sağlanır."
  • "Cihanda hangi fidan vardır ki yetişip saye salsın da âkıbet hazana ermesin; felekte hangi saadet yıldızıdır ki kemalin zirvesine erdikten sonra zevalin deryasında batmasın?"
  • "Kötülük ve iyilik gerçeğin iki yüzüdür. Bir söz hakikat olduktan sonra kötülüğün tasviri de bazen iyilik doğurur."
  • "Bülbülün terennümleri dururken osuruğuna kulak tutmak da nedir Karga?"
  • "Nadir bir zeka kendini yok ederse bu divanelik, sıradan bir zeka kendini geliştirmezse bu ahmaklıktır."
  • "Ben bu kalender gençlerin devlete karşı gelmelerini değil, özgür düşünceleriyle devlete hizmetçi olmalarını isterim. İtiraz etmelerini, muhalif olmalarını, aykırı düşünmelerini isteyişim devletin gelişmesine katkı sağlamak içindir. Hür düşüncenin ifade edilemediği bir memleketin geleceği olamaz."
  • "Hırs, üç köşeli bir dikendir, cebine nasıl koyarsan koy, sana batar."
itiraf
KENDİME NOTLAR
  • Fatih Sultan Mehmed, bilim adamlarını ve sanatçıları önemsiyor, cemaatlere fazla itibar etmiyor, bu konuda duyarlılık gösteriyordu. Ona göre cemaat veya tarikatların merkezi otoriteye müdahalesine asla müsamaha gösterilemezdi. Toplumsal hayatı düzenlemek devletin işiydi. Tarikat idaresinde esas olan müridin mürşidine kayıtsız şartsız bağlılık göstermesi fikri, devlet erkini kullanan insanlar arasında sıkıntılar doğurabilirdi. Bunun için de tarikatları mümkün olduğunca şehrinden uzak tutuyordu. Devleti için dini cemaatlerin elbette önemi vardı, lakin bunların devlet erkinde nereye kadar bulunabileceklerini, nereden sonra baş belası kesilebileceklerini iyi hesap ediyordu. Tekkeler ve zaviyelerin haklın terbiye ve irfan mekanları olarak yaşamasına zemin hazırlıyor, maddi ve manevi güce dönüşmeye başlamasını ise tehlikeli addediyordu. Fatih zamanında kendilerine yer bulamayan bu tarikatlar Bayezid Sultan döneminde yeniden teşkilatlandırılmış ve kendilerine uygun zemini bulmuşlardır.
  • Buralarda sanat senin yaptığın gibi Allah'ın eserini taklit değil, o eseri sanatçı bakış açısıyla yorumlamak, stilize etmektir. Onun içindir ki buralarda resim yerine minyatür çizilir.
  • Molla Lütfi: "Deyin bana kardeşlerim, Allah'a yakın olmanın namazdan gayrı bir yolu var mıdır? Diyeyim size ki yoktur! Peki namaz sadece şekilden ibaret midir? Asla! Namaz nefsin boğulması, kendinden geçmesidir. Namaz için huşu lazımdır, huzur-ı kalb lazımdır. Allah ile yüz yüze, karşı karşıya, huzur ve buluşma. Öyle ki bütün biçimler dışarıda kalsın. Orada saf ruh olan Cebrail'e bile iltifat olmasın. Namazı böyle kılan insan bütün din yükümlülüklerinden muaf olsa caizdir. Çünkü böyle bir namazda kul, aklından yoksundur. İlahi birliğin içinde erimektedir."
  • Molla Lütfi: "Herhangi birimiz büyüklerden birine, sultana teşekkür etmek, onu övmek ve ondan bir şeyler istemek için huzuruna çıkmak istese, sonra da onu rüyasında görüp o kişinin gıyabında yapmış olsa ona teşekkür etmiş, isteyeceğini istemiş olur mu? Keza o kişinin önünde bilinç dışı eğilse ve hatta yere kapansa, kim bunun tazim ve saygı için yapıldığını söyleyebilir? Ortada beden hareketlerinden başka bir şey kalmamışsa buna nasıl namaz diyebilir? Namazın taşıdığı ehemmiyet yalnız görüntü itibariyle eğilip kalkmak değil, Allah ile buluşmak, konuşmak, yalvarıp yakarmak, rızasını kazanmaktır. Elbette huzur-ı kalbe eremiyorum diye namaz terk de edilmez. Belki her defasında adım adım namazın hakikatine yaklaşılır.
  • Kafir, imanı olmayanın adıdır. Eğer görünüşte imanı varsa ona münafık denir. Eğer kafirin küfrü Müslümanken ortaya çıkarsa, İslamdan döndüğü için ona mürtet denir. Eğer Allahtan başka bir veya daha çok tanrıya inanıyorsa müşrik denir. Eğer tabiatın ezeliliğine inanıyor ve olayları tabiata isnat ediyorsa ona dehri denir. Eğer Müslüman iken dine çatarak dinden çıkacak söz veya eylemlerde bulunmuşsa ona mülhit denir. Eğer üzerinde ittifak bulunan dinin esaslarını içten içe inkar ederek bu dinlerin dışına çıkarsa ona da zındık denir.
  • Örneğin Kuran öğrenen küçük bir çocğua biris "Senin öğretmenin de, sana öğrettiği de beş para etmez" dese hangisine inanırız. Kuranı ve peygamberi inkar ettiğine mi yoksa yanlış anlaşılmış eğitim problemine mi? Bu kişi ikinci niyetteyse, suçlu mudur yoksa suçunu inkar edip örtbas etmeye çalışan biri midir?
  • Akbaba, Molla Lütfi'nin idamından sonra zındıklık suçundan dolayı cesedini yaktırmayı bile düşünmüştür. Böylece tartışmalar daha da sürecek ve Osmanlı alimlerinin yüreğine zındıklık korkusu yerleşecekti. Bu korku hem ilim hayatının gelişmesine hem de özgür fikirlerin ifade edilmesine mani olacaktı.
  • Akbaba, Yavuz Sultan Selim'e: "Bu yaşlı Akbaba sana, devletin var oldukça soyunun ve milletinin utanacağı üç ayıp bıraktı. Birincisi duvarı başarıyla tamir ettiğimdir. İkincisi, deden Büyük Kartal asrındaki ulema arasına kin, hırs ve düşmanlık sokarak ülkendeki bilimsel hayatın temellendirilmesini ve ilerlemesini engellediğimdir ki devlet gemisinin daima su alması için bu yeterlidir. Üçüncüsüne gelince, evet, çocuğu öldüremedim ama en keskin zehrimi kullanarak zehirlendiğine dair tarihe bir gölge bıraktım.


Arka Kapak

İntikam ve hırs…

İyilik veya kötülük…

Siyah ile beyaz…

Ve zıtların arasında savrulan hayatlar…

Konstantinopolis'in İstanbul'a dönüştüğü yıllar… Hıristiyan hasımlarının Büyük Kartal diye andıkları Fatih'in, şehrine âlimleri davet etmekle kıvanç duyduğu, devletini ilimle ve sanatla yükseltmenin rüyalarını gördüğü, ulemanın tamamen özgür düşünceyi savunduğu, devletin yükseldikçe yükseldiği bir dönem… Ve eşsiz şöhretlere sahip Osmanlı ulemasının arasına sızmış bir kâfir. İntikam ateşinde kavrulmuş kötülük dâhisi bir zihin. Molla Lütfi, Ali Kuşçu, Sinan Paşa, Bellini ve daha niceleri… Kurbanlar, kurbanlıklar…

Aynı Kategoride Eklenmiş Son Kitaplar
Card image cap
Aşkımız Eski Bir Roman Yeni

Ahmet Ümit

Ahmet Ümit'in edebiyat dünyasına kazandırdığı o meşhur karakteri Başkomser Nevzat'ın kahramanı ol ...

Card image cap
Üç Anadolu Efsanesi Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik

Yaşar Kemal

Üç Anadolu Efsanesi, üç türkü, üç mücadele, üç yiğit, üç güzel, üç aşk... Bir at, bir saz, bir ge ...

En Çok Okunan Kitaplar
Card image cap
İnce Memed 2

Yaşar Kemal

Bu roman, atalarından kalma köy toprağını çektiği her türlü eziyete rağmen terketmeyen, son nefes ...

Card image cap
Kırlangıç Çığlığı

Ahmet Ümit

Suriyeli göçmenlerin dramı, çocuk istismarı ve organ kaçakçılığı, maalesef ülkemizin gündemini hâ ...

Tüm Kitaplar

İncelemesini hazırladığım tüm kitapların listesi için...

Devam...
Kitap Hakkındaki Yorumlarınız

    Kitap hakkında ilk yorumu siz yapabilirsiniz...


Bu siteden elde edilen reklam gelirleri ile kimsesiz çocuklarımıza KİTAP alınmaktadır. Geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımız ancak okuyarak geleceğimize şekil verebilirler. Her kitap bir hayattır. Hayatı okunduğu kadardır.

Serdar Kılıçsel © 2018
facebook.com instagram.com linkedin.com