Yazar: İskender Pala
Yayınevi: Kapı Yayınları
Sayfa: 248
Tür: Türkiye Roman
Kötü bir insanın en büyük mahareti, masum bir insana iftira atarak işlemediği bir suçtan ötürü onun ceza çekmesini sağlamasıdır. Hele ki bu iftira en yakının tarafından gelmiş ve toplumun arasına kin, hırs, düşmanlık sokacak boyuta kadar ilerlemişse yüzyıllar boyunca tarihte karanlık bir gölge olacak kalacaktır.
İskender Pala'nın yeni kitabı "İtiraf" da Osmanlı'nın yükseliş döneminde, Hıristiyan Bizans Konstantinopolis'inden, Müslüman Osmanlı İstanbul'una dönüşen bir zamanda yaşanan Tokatlı Molla Lütfi'nin hem kâtibi hem talebesi olan Eğribozlu Akbaba tarafından ilmek ilmek işlenerek yıllar süren iftiraları neticesinde idam edilmesinin hikâyesini anlatır.
Pek çok dilde kitaplar okuyan, kütüphanesini hemen her gün ziyaret eden Fatih Sultan Mehmed'in Osmanlı'nın yükseliş döneminde en büyük hayallerinden birisi İstanbul'u dünyanın ilim başkenti yapmaktı. Bu niyetle çıktığı yolda, şehre davet ettiği ilim adamlarına, sanatçılara çok değer vermiş, onların türlü konularda araştırmalar yapmasını istemiş ve bizzat katıldığı ulema meclislerinde hep beraber etraflıca münazara ve münakaşa etmişlerdir. Ancak ne var ki bu meclisler, ulema arasında yüksek mertebeye sahip bir takım ilim adamlarının kibirlerini ön plana çıkarmış ve ilmî konulardaki yanılgılarını mağlubiyet olarak görerek gizli veya açıktan yürütülen güç kavgalarına sahne olmuştur.
Henüz dokuz yaşındayken iki felaket yaşayan Ornio, geri kalan ömrünü bu iki düşmanıyla, annesini alan Tanrı ve babasını alan Büyük Kartal'la (Fatih Sultan Mehmed) mücadele etmeye adar. Türklerin Eğriboz önlerindeki Cenevizlilerden ele geçirdiği bir gemiyle esir olarak İstanbul'a getirilir. Günlerce esir olarak alınmayan Ornio en sonunda Mesih Paşa tarafından evlatlık olarak alınır. Mesih Paşa, Ornio'nun Türkçesi olan Akbaba adını verir kendisine ve Safran Kalfa'ya emanet eder. Safran Kalfa'dan hayatının her aşamasında kimliğini gizlemesine yarayacak yüz boyama sanatını öğrenir. Böylece ileriki yaşlarında kendisini kimsenin tanıyamacağı suretlere çevirerek iftiralarını halka yayabilecektir.
Kalbinden hiçbir zaman çıkarmadığı, çıkarmayı bırak her geçen gün daha da şiddetlendirdiği kötülükle yaşamaya devam etmektedir. Bir gün Tokatlı Molla Lütfi'nin bir konuşmasına denk gelir ve konuşmasında anlattığı Kehf Suresinde geçen Hz. Musa ve Hz. Hızır'ın ibretlik kıssasından yola çıkarak kendisine bir amaç edinir. Artık, "Delinecek bir gemi, tamir edilecek bir duvar ve öldürülecek bir çocuk" vardır. Öldürülecek çocuk Büyük Kartal, denilecek gemi Osmanlı Devleti ve tamir edilecek duvar da kendisine bu fikri bahşeden Molla Lütfi'dir.
O günden sonra Akbaba, Molla Lütfi'ye yanaşmış ve yıllar süren birliktelikleri başlamıştır. Molla Lütfi'nin Karga diye çağırdığı Akbaba, Fatih Sultan Mehmed'in ilmin gelişmesi amacıyla yaptığı toplantılardan hocaların kibir ve hırslarını körükleyerek birbirlerini yemelerini sağlayacak çok fazla malzeme çıkartmıştır. Yaydığı iftiralar sonucunda ulema arasında kutuplaşmlar, gruplaşmalar yayılıp saflar belirginleşmiştir.
Acil ve önemli durumlarda padişahla yapılan "ayak divanı" toplantısına bir gün ulema hünkarı çağırır. İdam edilmesi istenen Sinan Paşa için af dilerler ve idam ettirirseniz bütün kitaplarımızı yakarak sizin ülkenizi terk edip gideceğiz derler. Hünkar etraflıca düşünür, Osmanoğulları'yla birlikte yeryüzünde ondan fazla Türk devleti vardır. Bu ilim adamları bunlardan herhangi birisinin sınırlarına girse o ülke şenlik yapar der. Ayrıca askerlerin tehdidi alimlerin tehdidi gibi değildir. Asker çok ama alim azdır, bu yüzden rahatlıkla alimleri feda edemez. Bu düşünceyle hünkar tehdidi kabul eder ve kısa bir cevapla, "Duydum... Ve uydum... Çekilin!" der. Ancak Büyük Kartal, Sinan Paşa'ya olan öfkesini Molla Lütfi'den çıkartır ve kitap hırsızlığı suçundan dolayı onu şehirden sürer.
Başıboş kalan Akbaba kendisini de oradan oraya sürükleyerek İtalya'ya kadar gitmiştir. O artık bir katip Akbaba değil, Cenevizli ressam yamağı Ornio'dur. Yıllar sonra büyük ressam Bellini'nin yamağı ve katibi olarak Fatih'in İstanbul'una geri gelir. İlk buluşmada Akbaba, Büyük Kartal'la Bellini'nin sanattan, resimden, mimariden bahsedeceğini sanarken sadece güzelliği tartışmışlardır. Büyük Kartal güzel ne demek, güzellik nasıl anlaşılır, güzelliğin ölçüsü nedir, güzelliğin felsefesi, ruha yansıması gibi konularda konuşmak istemiştir.
Bellini, Fatih'in portresini yaparken Akbaba rahat durmamış, türlü iftiralarına ve kötülüklerine devam etmiştir. Bazen vezirler ağzından şehzadelere yazılar yazmış, bazen vezirlerden yeniçeri ağasına yazıp onları kışkırtmıştır. Konak bahçelerine gizlice attığı tehdit dolu mektuplarla şehzadelerin arasındaki rekabeti, paşalar ve vezirler arasına yaymıştır. Hangi şehzade başa gelirse gelsin şehri arapsaçına dönmüş bir ilişkiler yumağına çevirmeye niyet etmiştir.
Molla Lütfi'nin sohbetlerinde duyduğu o muhteşem cümleleri çarptırıp halka yayarak kendisine büyük iftiralar atmış ve Deli Lütfi olarak anılmasını sağlamıştır. Allah'ı bilmekten daha şerefli, daha yüce bir ilim olmayacağı, bu ilmin kalbin tecellisi olan bir aklın eseri olduğu cümlesini "Allah'ın akıldan başka bir yolla bilinmeyeceği" şeklinde; kalben, kendini vererek ve Allah'tan başka bir şey düşünmeyerek ancak namaz kılınması gerektiğini, "namazın sadece oturup kalkma hareketleri" olduğu şeklinde çarptırarak halka yaymıştır. Bayezid Sultan döneminde kendilerine zemin bulan tarikatlar bu söylemleri zinhar reddetmiş ve Molla Lütfi'yi zındıklıkla suçlayarak Devlet-i Aliyye'ye şikayet etmişlerdir.
Sultanın soruşturma emrinin ertesi sabahında İstanbul Muhafızı İshak Paşa tarafından üstad tutuklanmıştır. Akbaba'nın planları tıkır tıkır işlemiş ve gemide onulamaz deliği açmıştır. Bu deliklerden cemaat ve tekkeleri de geçirerek "şeriat elden gidiyor" feryadını atmalarını sağlamıştır. Sultan Bayezid'den sonra devlet kademelerinde cemaate gönül bağlamış olan pek çok görevli bu durumdan etkilenmiş ve Deli Lütfi aleyhine konuşur olmuşlardır. Normal durumlarda mahkeminin kurulmasına gerek olmamasına karşın Şeyhülislam bile çıkacak sonucun vebalini tek başına üstlenmemek için mahkeme kurulması istemiştir. Kurulan mahkemede bir çok alim, ulema tarafından, kafirlik, münafıklık, mürtetlik, müşriklik, dehrilik ve zındıklık gibi kavramlar tartışılmış ve günlerce süren mahkemede hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Akbaba'nın gizli gizli gönderdiği mektuplar neticesinde devlet görevlilerinin yanlış yönlendirilmesi sonucu nihayet Molla Lütfi'nin idam kararı verilmiştir.
Meydanda toplanan halkın büyük bir kesimi her ne kadar idam kararını hatalı bulmuşsa da korkudan seslerini çıkartamamışlardır. Molla Lütfi ayağındaki zincire bağlı gülleyi bile hiç eğilmeden yerden kaldırarak kendisi taşır. Son nefesine kadar dilinde kelime-i şahadet ile Hakk'ın huzuruna yürür.
Akbaba idamdan sonra garip duygular içerisine girmiştir. Şeytana uşaklık mı etmiş yoksa daha küçücük bir çocukken kendisinden alınan ailesinin, çocukluğunun, gençliğinin intikamını mı almıştır kara kara düşünür? Bu bir başarı ise bu başarı neden onu huzurlu etmiyordu? Bu bir şeytanlık ise neden şeytan onu huzura kavuşturmuyordu? Ve aklını kemiren en büyük soru da Molla Lütfi'nin cesedinin elinden aldığı notta yazan soruydu: "Ne zamana kadar?"
Arka Kapak
İntikam ve hırs…İncelemesini hazırladığım tüm kitapların listesi için...
Devam...